26.04.2014

Eşyanın Dayanılmaz Ağırlığı



İnsan ne kadar çok eşyaya sahip olduğunu taşınma konusu gündeme gelince anlıyor. Dolapların kuytu köşeleri, yatak ve kanepe altları, oda köşelerine istiflenmiş kutular ve günlük koşuşturma içinde gözümüze ilişmeyen birçok detay taşınma zamanı gelip çattığında ortaya çıkıyor. Aynı zamanda, ne kadar gereksiz şey satın aldığınızı ve bunları evinizde ne kadar uzun zamandır muhafaza ettiğinizi anlamak için böyle zamanlar ideal. 

Fazla eşya beni her zaman yormuş olmasına karşın, evimin az eşyalı ve refah bir yer olduğunu hiç hatırlamam. Kendimle ilgili, yeşil gözlükleri takma sürecimde, en hoşlanmadığım ve yeterince yol kat edemediğimi düşündüğüm konu “tüketim” oldu. Sanıyorum bunda büyük şehirde yaşamanın, iş hayatının gerekliliklerinin, sosyal statülerin ve her yerde, her adımda karşımıza çıkan şaşaalı, ışıl ışıl dükkanların ve ürün çeşitliliğinin çekiciliği büyük rol oynuyor.

İnsanın eşyaya olan bağımlılığının köklerine gittiğimizde, insanın genel anlamda doğadaki en bağımlı canlı olmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Doğduğun günden, belli bir yaşa gelene kadar bir başkasının –özellikle de annenin- bakımına muhtacız. İnsan yavrusu, doğada tek başına kaldığında yaşamını sürdüremeyecek kadar aciz bir canlı esasında. Birçok hayvanın yavrusu doğar doğmaz yürümeye başlayıp, birkaç hafta içinde avlanabilecek duruma gelebiliyorken, insan yavrusu neredeyse yasal anlamda bir yetişkin sayılabilecek yaşa gelene kadar aileye bağımlı oluyor. Eşya bağımlılığımızın da, fiziksel açıdan bağımlı oluşumuzla ilintili olduğunu düşünüyorum. Bizi soğuktan koruyacak bir kürkümüzün olmaması bizi giysiye bağımlı hale getiriyor. Birçok yiyeceği çiğ tüketemeyişimiz bizi ateşe bağımlı, kesici dişlerimizin olmaması kesici aletlere bağımlı, doğada açıkta yaşayamamamızın bir sığınak olan eve bağımlı ve de günümüze geldiğimizde "ye kürküm ye" durumunun bizi sosyal statülere bağımlı hala getirdiğini düşünüyorum. Durum böyle olunca da, ihtiyacımız olan şeylerin listesi uzuyor. İşin içine zamane trendleri girince de, durum artık zaruriden fuzuliye doğru agresif bir ivmeyle kaçınılmaz bir şekilde yol alıyor.

Bir keresinde, bir yerde okuduğum şu söz yıllardır aklımdan çıkmaz: “İki senedir hiç giymeyip dolapta sakladığın giysiyi 3. sene giyme ihtimalin yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla, gereksizdir.” Ama bunu uygulamayı başarabiliyor musun derseniz, dürüstçe hayır derim. Ama bu gelen-giden hesabını elimden geldiğince kendimce bir düzene ve mantığa oturtmaya çalışıyorum. Mesela, yeni bir çift ayakkabı aldığımda, evden mutlaka eski bir çift ayakkabıyı çıkarıyorum. Bunu da atmak yerine ihtiyacı olan kullansın diye belli kurum veya kişilere veriyorum. Giysi alırken, en fazla bir iki kombin ile kullanılabilecek renk ve modeller almak yerine, gardırobumdaki diğer giysilerimi de düşünüp, gözümde canlandırarak almaya çalışıyorum. 

Esasen giysilerin, ayakkabıların ve kitapların büyük ölçüde başkaları tarafından kullanılma olasılığı var. Asıl gereksiz yer kapladığını ve bir işe yaramadığını keşfettiğim türden eşyalar, biblo, çerçeve, kırk yılda bir içinden bir şey içtiğin/yediğin bardak tabak ve süs eşyaları olduğunu keşfettim. O nedenle artık süs eşyası almamaya dikkat ediyorum. Gittiğim, gezdiğim, gördüğüm yerlerin anılarının sadece beynimde kalmasının hiçbir sakıncası yok :) Hem zaten akıllı telefonlar ve dijital fotoğraf makineleri sayesinde fotoğrafları basmadan hard diskte saklamak da mümkün. 

Kendi yarattığı çöplüğün kralı olarak insanı ve tüketim çılgınlığını çok güzel anlatan şu videoyu paylaşmazsam olmaz:

Şu ana kadar hep bireysel açıdan tüketimi değerlendirdik, bir de bu işin toplumsal boyutu ve çevre üzerinde katlanarak büyüyen etkisi var. WWF (World Wide Fund) dünyada tüketimin bu hızla sürmesi halinde, 2050 yılına gelindiğinde yaşamak için iki gezegene daha ihtiyaç duyulacağı uyarısında bulundu. Araştırmalara göre, son 30 yılda dünya üzerindeki doğal kaynakların üçte biri insanlar tarafından yok edildi. 230 hayvan türü tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Denizlerdeki balıklar, atmosfere oksijen sağlayan ormanlar ve temiz su kaynakları hızla tükeniyor. Bu kaynakların tüketimi sadece giderek doğrudan denize pet şişe atmakla olmuyor, hepsi tercihlerimizin yarattığı domino etkisi sonucunda gerçekleşiyor. O nedenle, önemsiz nitelediğimiz veya dikkatsizce yaptığımız tercihler bizlere doğanın süzgecinden geçerek geri dönüyor. Unutmayalım, yaşam dönüşümdür. Lavabonuzdan akıp gittiğini sandığınız deterjanlı suyun, kapının önüne bıraktığınız çöpün evininizden çıkıp gitmesiyle her şey bitmiyor. Attığımız her şey bir şekilde bize geri dönüyor. Doğaya ve insan sağlığına zararlı olduğu bilinen kimyasalları içeren deterjanla yaptığınız temizlik sonrasında lavaboya döktüğünüz o su, denizlere, tarlalara ulaşıp diğer canlıların yaşamını tehdit ediyor, yediğimiz bitkilerin topraklarını kirletiyor. Olan biten her şeyden hepimiz sorumluyuz. Zincirin bir halkasıyız sadece. Her tercihimizde bu gerçeği hatırlamamız gerekiyor. Ortalama bir Amerikan vatandaşının tüketiminin bir İngiliz’in 2 katı, bir Afrikalınınsa 24 katı olduğu günümüzde, sahip olduklarımıza şükredip, açgözlülüğümüzü frenlemenin tam zamanıdır.
 
Peki, kullanmadığımız fazla eşyalarımızla neler yapabiliriz? Her Pazar Maltepe organik pazarına gidip evin tüm gıda alışverişini oradan yaptığımı daha önce belirtmiştim. 2 hafta önce pazarda gezinirken bir takas standına denk geldim. Pazara gelenler kullanmadıkları giysileri, çocuk eşyalarını, tabak çanağı buraya getiriyor ve standda ihtiyacı olan bir başka eşya varsa yerine hiçbir ücret ödemeden onu alıyor. Bu imkanı görünce çok sevindim ve evde birilerine vermeyi düşündüğüm ama nereden nasıl ulaştıracağıma karar veremediğim eşyaları buraya getirmeye karar verdim. Hepsini bir kerede değil ama her seferinde birkaç parça ile oraya götürmeye karar verdim. Bu takas etkinliği Maltepe ekolojik pazarda her ayın 2. pazarı düzenleniyor. Mayıs ayı etkinliği 11 Mayıs’ta. Ve her ayın son Cumartesi günü Üsküdar Antikacılar Çarşısı'nda Takas pazarı kuruluyor.



Bunun dışında, Free Cycle denilen, internet üzerinden takas imkanı sunan uluslararası bir organizasyon var. Daha fazla bilgi için: http://www.yesilplatform.com/2011/07/28/freecycle-kullanmadiginiz-esyalari-hediye-ederek-dunyayi-degistirin/

İstanbul’a özel bir ikinci el sitesi İkinci el Eşya İstanbul için: http://www.ikincielesyaistanbul.org/

Eşya paylaşımı ve takas için ayrıca; Eşya Paylaş: http://esyapaylas.com/
 

Satın alacak kadar ihtiyaç duymadığın eşyaları ödünç almak için Eşya Kütüphanesi: http://esyakutuphanesi.com/

Zumbara (Zaman Kumbarası) sayesinde bazı şeylerin bedelini para yerine zamanınızla ödeyebilirsiniz: http://www.zumbara.com/

Kitap bağışlarınız için Kitap Ağacı: http://www.kitapagaci.org/KitapBagisla/KitapBagisla.html

Giysi takası için, Giysi Takası: http://giysitakasi.blogspot.com.tr/
Aynı zamanda takas tarihlerini ve haberleri grubun Facebook sitesinden takip edebilirsiniz: https://www.facebook.com/GiysiTakasi?fref=ts

Aslı’nın dolabı adlı site sayesinde paranızı tekstil üreticilerine değil, kendi belirlediğiniz sivil toplum kuruluşlarına aktarabilirsiniz: http://www.aslinindolabi.com/

Bebek ve çocuk eşyaları için; Kardeşim Giysin: http://www.kardesimgiysin.com/2013/08/ne-yapacagz.html


Yolculukları ve evimizi de paylaşabiliriz. Avrupa ülkelerinde çok tercih edilen bir sistem olan arabayı ortak kullanma yöntemi için; Ortak Araba: http://ortakaraba.com/



Yurt dışı seyahatlerinde; CouchSurfing: https://www.couchsurfing.org/n/how-it-works

Almayıp sadece vermek için; Verrr: http://www.verrr.com/

Yeşilist’in hazırladığı 2. el rehber haritaları:  http://www.yesilist.com/ikinciel.php

Okumak, izlemek ve bilinçlenmek için:

Ortak Kullanım Hareketi: http://www.ortakkullanimhareketi.com/



Bu yazıyı hazırlarken aklıma sık sık Colin Beavan’ın No Impact Man adlı kitabında yer alan bazı ifadeler geldi. Bu kitabın çevirmeni olarak, kendi çevirimden bazı yerleri paylaşmak istiyorum:

"Çöpü koridora götürdüğüm ve evimden dışarı çıkardığım şu anda bu artık bir “ben” sorunu olmaktan çıkıyor. “Biz” sorunu olmaya başlıyor. Birlikte çaresine bakmamız gereken bir şey halini alıyor. Çöp kamyonları çöplerimizi taşımak için milyonlarca kilometre yol yaparken ortaya çıkan yakıt parçacıklarını teneffüs ederek ciğerlerimize hep birlikte hasar vereceğiz. Çöp sahalarından sızan batarya asitlerinin bulaştığı suları hep birlikte içeceğiz. Çöp yakma fırınlarının ürettiği dioksinleri içimize çekerken daha yüksek kanser riskine hep birlikte maruz kalacağız."

"Ben ve Michelle gibi insanların her gün gördüğü 2,000 ile 5,000 arası reklamı düşündüm. Tüketim karşıtı aktivist olan Annie Leonard’ın Story of Stuff isimli videosunda “Bize, günde üç bin kez saçımızın yanlış olduğu, cildimizin yanlış olduğu, giysilerimizin yanlış olduğu, mobilyalarımızın yanlış olduğu, arabalarımızın yanlış olduğu, baştan aşağı yanlış olduğumuz ve bu yanlışların sadece alışveriş yaparsak düzeltilebileceği söyleniyor,” ifadesini düşündüm. Ve artık istediğim şeyi istediğim anda almamamdan ötürü kendimi ezik gibi hissettiğimi düşündüm. Gezegen kaynakları açısından bir tüketimci olmamaya çalışıyorum ve evimin tam ortasında duran bu aptal kutusu sürekli bana, daha fazla kaynak kullanmadıkça ezik biri olduğumu söyleyen mesajlar gönderiyor. Bana, No Impact Man olmanın bir kaybeden olduğunu söylüyor. Daha fazla ürün satın almayıp çöp çıkarmamanın eziklere özgü bir durum olduğunu söylüyor. Televizyonun, hayatımla ilgili kendimi kötü hissetmemi sağladığı –ve projemi zorlaştırdığı- gerçeğini fark etmek, düşmanın oturma odamda kamp kurduğunu keşfetmek gibi bir şeydi." 


"Bu bir kısır döngü. Bir şeyleri satın almak için canla başla çalışıyoruz ama o eşyaları yapmak gezegenimizi tahrip ediyor, bu da bizi daha fazla depresyona sokuyor; böylece moralimizi düzeltmek için daha fazla şeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz ve böylece daha çok çalışıyoruz."


"Tüm reklamlar aynı şeyi söyler: Berbat bir haldesin, ama şu ürünü satın alırsan düzeleceksin ve ardından herkes seni sevecek. Reklamların söylemediği şey ise, sevgi ihtiyacımızın nedeninin, bir şeyleri satın alabilmek için çok çalışmamız olduğudur. Sevgiye vakit ayıramayacak kadar çok meşgulüz, çünkü reklamların bize sevgi getireceğini söyledikleri şeyleri almak için çalışıyoruz."


Ve son olarak, çok sevdiğim bir film olan Fight Club’tan Tyler Durden'ın şu sözünü paylaşmadan edemeyeceğim: “The things you own end up owning you.” Yani, sahip oldukların gün gelir sana sahip olur.

Güzel günler dileğiyle :)

6.04.2014

Greenwashing ve Oksimoronun Efendileri



Greenwashing, yani “yeşil yıkama, yeşil aklama, yeşil göz boyama” diye çevrilebilecek bu terime çok aşina olduğunuzu sanmıyorum. Dünyada örneklerinin çoğalmasıyla birlikte, gelişmiş ülkelerdeki halkın greenwashing kandırmacası konusunda bilinçlenmeye başladığını düşünüyorum. Ancak, ülkemizde bu konuda henüz bir bilinçlenme olduğunu düşünmediğimden, bu seferki yazımı bu konuya ayırmak istedim.

Geçenlerde bir fast food restoranın önünden geçerken, binanın dış kısmına, üzerinde “Türkiye’nin ilk çevreci restoranı” yazılı bir afiş astıklarını fark ettim. O afişi görmemle aklıma ilk gelen şey greenwashing oldu. Bu restoran çevre adına ne yapmış da böyle bir ödül ve unvan almış diye araştırdım. Bu restoranın sadece o şubesi (restoranın Türkiye'deki tüm şubeleri değil, dikkat edin), çevrecilik adına su ve enerji kaynaklarından %25 oranında tasarruf ediyormuş ve çevre dostu temizlik malzemeleri kullanıyormuş. Peki ya çevre adına yapmadıkları? Tavukları çabucak olgunlaşıp kesebilmek adına GDO’lu yemlerle ve antibiyotikle beslemeleri… Hayvanlara hareket edecek bir alan bırakmayacak şekilde sıkış tıkış bir halde kümeslerde muhafaza etmeleri… İlaçlar sayesinde erken olgunlaşıp, kilo aldıkları için henüz yeterince sağlamlaşmamış olan kemiklerinin vücut ağırlığını taşıyamamasından dolayı bacaklarının kırılma riski olduğu için sürekli oturur pozisyonda tutulmaları… Doğduktan iki hafta sonra hayvanları ayaklarından baş aşağı şekilde yürüyen banda geçirip seri bir şekilde boğazlarından kesmeleri... Bu antibiyotikli ve GDOlu yemle beslenen hayvanların etini yiyenlerin sağlıklarıyla oynamaları... Her fast food restoranda olduğu gibi kullandıkları çatal bıçağın, bardağın, gıda ambalajlarının ve diğer tüm servis malzemelerinin tek kullanımlık olması… İnsanlara bu hızlı beslenme kültürünü aşılayıp, ye iç git rutiniyle birlikte onları tadına varılmayan lezzetsiz ve kalori deposu yiyeceklere teşvik etmeleri…  Bunlar, aklıma gelen örneklerden sadece birkaçı. Dünya çapında böyle bir işletme politikasına sahip bir hızlı tüketim restoranının sadece bir şubesinde %25 enerji tasarrufu yapıp, çevre dostu deterjan kullandığını duyurması sizce çevre dostu olma anlamında inandırıcı mıdır? 

Aynı şekilde, bir başka greenwashing örneğini bu sabah yaşadım. Yazdığım kozmetik içerikleri konulu yazıları okuyup, aldığı kozmetik ürünlere dikkat etmeye başlayan bir arkadaşım bugün bana aldığı bir ürünün fotoğrafını atmış. Üzerinde paraben ve alüminyum içermez yazıyor. Antiperspirantlarda öncelikle alüminyum ve paraben içermemesi olumlu bir gösterge. İçermedikleri açısından güzel, ama ya içerdikleri? Ürünün içerik listesinde, triclosan ve propylen glycol var. Bu iki madde en zehirli 100 kimyasal içerisinde yer alıyor. Triclosan başta antibakteriyel olmak üzere sıvı sabunlarda, diş macunlarında, temizlik maddelerinde, şampuanlarda ve deodorantlarda kullanılan, bakteri üremesine engel olan bir tür koruyucu. Cilt tarafından emilip kana karışan ve anne sütü analizlerinde de tespit edilen bir kimyasal. Ayrıca doğada birikme özelliği var ve çevreyi kirleten bir kimyasal. Bitkiler tarafından emilip yiyeceklerimize ve içme sularına karışıyor. Aynı zamanda, mikrop öldürme özelliğinden çok, denizlerdeki algleri ve balıkları öldürmede daha etkili olduğundan doğal yaşam zincirini de bozmakta. Triklosan sudaki klorla temas ettiğinde kloroforma dönüşebiliyor ve bu da insanlar için ciddi kanser riski doğurabiliyor. Özellikle akciğerlerde, karaciğerde ve tiroid hormonunda tahribata ve değişikliklere yol açtığından bahsediliyor. Greenwashing'e gelirsek, bu ürünü üzerindeki büyük harflerle yazılı “alüminyum ve paraben içermez” ifadesi nedeniyle alan kişi, maalesef yerine tüm bu riskleri de almış oluyor. 

Bu iki örnekten de anlaşılacağı üzere, greenwashing, bir şirketin ya da markanın çevre dostu olduğunu öne sürdüğü birkaç özellikle kendilerini öne çıkarmaya çalışıp, gerçekte çevrenin korunmasına neredeyse hiç katkı sağlamayan (ya da zararı faydasından çok olan), bu yeşil pazarlama taktiği ile insanların gözünde olumlu bir imaj bırakıp kârına kâr katma hilelerinden biridir. Gün geçtikçe çevre duyarlılığı konusunda bilinçlenen tüketicilerin talepleri üzerine şirketler bu pazarlama yöntemlerine daha sık başvurmaya başlamıştır. Bu noktada tüketici olarak bizlerin bilinçlenip hangilerinin greenwashing, hangilerinin gerçekten çevre dostu faaliyetler gösterdiğini ayırt etmemizin kendimiz ve doğamız adına faydası olacağını düşünüyorum.

Yine karşılaştığım bir başka örneğe ise, kozmetik ürünler üreten bir markanın dükkanının önünden geçerken rastladım. Vitrine ve ürünlerin üstüne (ve bulabildikleri her boş alana) “organik tarımdan elde edilen içeriklerle üretilmiştir” ibaresi yazmışlardı. İlgimi çekti ve ürünlerin üç beş tanesinin içeriğini inceledim. Ürünlerin içerisine belli oranda kattıkları bitkileri organik tarımla yetiştirdiklerini söylüyorlar ama geri kalan içeriğe baktığımda birçoğunda geçer not almayan içeriklere bile rastladım. Bir diğer taraftan, burada söylenen “organik tarımla üretilmiş bitkiler” kullandıkları. Yani, ürünün içine kattıkları bitkilerin organik tarım kurallarına göre yetiştiği. Ama bu ürünler sadece bitkilerden oluşmuyor ki!? Sen içerisine eklediğin bitkileri istediğin kadar organik tarımla yetiştir, o ürünün içine paraben ya da benzeri bir koruyucu ekliyorsan benim sağlığımı korumuş ve çevre dostu bir ürün üretmiş sayılmıyorsun. Bu gibi markaların dükkanlarında sezdiğim bir diğer hile de, ürünlerinden sadece organik serisi adı altında pazarladıkları ürünlerde bu özelliğin geçerli olup, diğer ürünlerde olmaması ama o ibareyi öne çıkararak sanki tüm ürünlerinde doğal ve çevre dostu bir yaklaşıma sahiplermişçesine bir imaj çizmeye çalışmaları.

Greenwashing'in karşımıza en sık çıktığı örneklerden bazıları:
  • Bir otel, gezegeni kurtarmak adı altında havluların yeniden kullanılması ya da çarşafların her gün değiştirilmemesi için odalara yazı bırakıyor. Siz de bunlara uyduğunuzda çevreye katkı sağladığınızı ve otelin de bu konuda duyarlı olduğunu düşünüp bir bakıma bu uygulamadan hoşnut kalıyorsunuz. Ama gerçekte bu kampanyayı yapan otellerin tek amacı daha fazla kâr elde etmektir.
  • Daha az kağıt kullanımına teşvik eden bir sloganla çıkış yapan bir şirketin doğrudan pazarlama için tonlarca kağıt kullanması.
  • Karbon emisyonunu azalttığını söyleyen bir havayolu şirketi ve hava yoluyla seyahatin çevreye en fazla zarar veren seyahat biçimi olması.
  • Ürünün dış kısmında çevre dostu ambalaj ve organik pamuk kullandığını iddia eden bir bebek bezi markasının, aynı petrokimyasal jeli bezin içinde kullanmaya devam etmesi.
  • Ürünlerinin satışından yunusların korunması için bağış yaptığını iddia eden bir antibakteriyel bulaşık deterjanı markasının, “doğal yaşamı koruyoruz” sloganıyla öne çıkarken, ürünün içeriğinde çevreyi ve canlı sağlığını tehdit eden kimyasallar kullanması.
  • Banyo temizleyicisinin %98 içeriğinin doğal olduğunu iddia eden bir deterjan firmasının ürününün, analiz edildiğinde, birçok temizlik maddesi gibi içeriğinin büyük yüzdesinin sudan oluştuğunun ve su elendiğinde kalan içeriğin 1/3'ünün petrokimyasallardan oluştuğunun ortaya çıkması.

Örnekler çoğaltılabilir. Peki, nelere dikkat etmeli? Greenwash ile karşı karşıya olmadığımızı nasıl anlarız?
  1. Gerçeği araştırın: Çevre dostu olduğunu iddia eden bir reklam/kampanya gördüğünüzde, o şirketi bir bütün olarak ele alın. Web sitelerinde sürdürülebilir politikaya yönelik daha fazla ve kolay erişilebilir bilgiler mevcut mu? Çevre etkinlikleri konusunda kapsamlı bir hikayeleri var mı? Reklamda iddia ettikleri çevre ile ilgili eylemlerinin inandırıcılığı var mı?
  2. Araştırmayı genişletin: Şirketin adını ve "çevre" ya da "environment" kelimesini birlikte Google'a girin ve neler çıktığına bakın.  Şirketin çevre politikası hakkında birçok görüş yazılmış olabilir. 
  3. Altıncı hissinize kulak verin: Yeşil politika kapsamında bir reklam gördüğünüzde sizde ilk izlenimi ne oldu? Gerçekçi mi geldi, yoksa göz boyama mı?
  4. Kullanılan sözcüklere dikkat edin: Bu şirket sizi sözcüklerle yanlış yönlendiriyor olabilir mi? Öyle olmadığı halde çevre dostu bir aktivite iddiasındalar mı?
  5. Görsellere dikkat edin: Şirket, reklamında gerçekte olduğundan daha çevre dostu görseller mi kullanmış? 
  6. Desteksiz iddialar: Reklam, çevreye katkısı konusunda yeterli tanımlama yapmadan, belirsiz ifadeler mi kullanıyor? Reklamda bu iddialarını destekleyecek ya da daha fazla bilgi almanızı sağlayacak bir kaynak veriliyor mu? 
  7. Abartılan ifadeler: Reklamda ne kadar yeşil bir ürün ürettiklerini ya da çevre dostu bir firma olduklarını fazla tekrarlıyor ve abartılı ifadeler mi kullanıyorlar? İnandırıcı geliyor mu? Sizce bunu gerçekleştirmeleri mümkün mü?
  8. Örtbas etme: Reklam yeşil kampanyayla ürünün olumsuz taraflarını örtbas etmeye mi çalışıyor?
Tüm bunları yazarken aklıma edebi bir ifade geldi. Dilbilimcilerin aşina olduğu bir terimdir bu: oksimoron. Yani; birbiriyle çelişen iki zıt ifadenin aynı ifade içinde kullanılması, paradoks oluşturması. Kısaca, bu reklamlarda ve ifadelerde “oksimoron” var mı ona dikkat edin :)

 Uzun lafın kısası, çevreye katkı sağlayan kampanyalar görmek hoşuma gidiyor, keşke daha çok olsalar ama bunu yaparken insanları da aptal yerine koymasınlar. Bir koyup on almasınlar :)

Greenwashing’i ne kadar fark edebildiğinizi test etmek isterseniz 10 soruluk faydalı bir quiz de var. İngilizceniz yeterliyse bir deneyin derim. 4 şıktan her birinin üzerine imleci getirdiğinizde ifadenin açıklaması çıkıyor  ;)


İyi günler dilerim.                 

1.04.2014

Yüz Nemlendiricileri



Yaş ilerledikçe başlayan kırışıklıkların başta gelen sebeplerinden biri: nemsiz bir cilt. Nemi sağlamak içinse nemlendiricilere ihtiyacımız var. Ama bu nemlendirici nasıl olmalı?

Bu noktada önceliklerinizi belirlemeniz gerekiyor. Güvenli içerik, iyi nemlendirme, cilt tipine uygun, fiyat, hayvanlar üzerinde deney yapmayan markalar, yoğunluk, ambalaj vs. Aslında hepsini bir arada bulsak ne güzel olurdu ama bu gerçekten çok zor. O nedenle en azından önceliklerimize uymayanları elemekle ve yaklaşanları denemekle başlayabiliriz.

Benim önceliklerim güvenli içerik, cilt tipime uygun olması ve hayvanlar üzerinde deney yapmayan markalardan olması. Diğer özellikler de önemli ama en önemlilerin bunlar olduğuna karar verdim ve arayışıma bu kriterleri düşünerek başladım.

İçeriği güvenli olan nemlendiricilerin büyük çoğunluğunu, organik içeriğe sahip ve hayvanlar üzerinde test yapmayan markalar oluşturuyor. O nedenle organik dükkanlarda veya pazarlarda satılan markaları tercih ettiğimde iki özelliği bir arada bulmuş oluyorum. Benim cildim karma ve hassas, o nedenle nemlendirici seçerken biraz daha dikkatli olmam ve daha çok araştırmam gerekiyor. Karma ciltler diğer cilt tiplerine göre biraz zahmetlidir, bunun üstüne hassasiyet/alerjik özellikler de eklenince daha da zahmetli oluyor. Karma ciltlere nemlendirici denediğimizde memnuniyetsizliğimizin nedenlerinin başında hem yanaklara hem de T bölgesine aynı ürünü kullanmak olduğunu düşünüyorum. Karma cildin özelliği T bölgesini kapsayan alın, burun ve çenenin yağlı; yanakların kuru olmasıdır. O nedenle bu iki zıt özellikteki bölgeye aynı ürünü kullandığınızda bir tarafın mağdur olma ihtimali yüksek oluyor (en azından bende öyle oldu). T bölgesindeki yağı dengelesin diye aldığım sebum dengeleyici nemlendirici yanaklarımın kuruluğuna hiç etki yapmazken, yanaklarımın kuruyup pullanmasını yok etmesi için aldığım yoğun nemlendirici ise zaten çabuk yağlanan ve siyah noktaya meyilli T bölgesindeki gözenekleri daha da açıp siyah nokta patlamasına yol açtı. Ve ben de çözümü iki ayrı bölgeye iki ayrı ürün kullanmakta buldum.
Güvenli içeriğe sahip kozmetik ürünleri araştırmaya başladığımdan beri birçok nemlendirici denedim. Bunlardan bazılarını birkaç kullanımdan sonra uygun bulmayıp bıraktığım da oldu. Ama bu süre içerisinde ihtiyaçlarımı en iyi şekilde karşılayan hangisi oldu derseniz, şu iki ürünü söyleyebilirim.

T bölgesindeki siyah nokta ve açık gözenek sorunuyla dermatologa gittiğimde, doktorum bana REN adlı markanın T Zone Balancing Day Fluid*’ini nemlendirici olarak verdi. Bu üründen 2 kutu bitirdim. Üçüncü kutuyu almamak için direniyorum (nedenini sonra açıklayacağım). T bölgesindeki yağlanmayı gün boyunca çok güzel kontrol ettiğini ve siyah nokta oluşumunu durdurduğunu söyleyebilirim. Ancak çok yoğun bir yapısı olmadığından yanaklarda yetersiz kaldı, o nedenle bu ürünü sadece T bölgesinde kullanıyorum. Diğer iki önceliğe gelince, REN markasıyla tanışmam bu şekilde tesadüfen oldu. REN markası hiçbir ürününde paraben, sülfat, mineral yağ, petrol türevleri, sentetik kokular, T.E.A. (triethanolamine), D.E.A. (diethanolamine), glikoller, silikonlar, PEGler ve daha birçok zararlı kabul edilen kimyasalı kullanmıyor**(ayrıca hiçbir ürünü hayvanlar üzerinde test edilmiyor ve geri dönüşümlü ambalaj kullanıyorlar). Buraya kadar her şey mükemmel. Ancak bu ürünün içeriğinde yer alan iki koruyucuyu görmek hoşuma gitmedi: Phenoxyethanol ve sodium hydroxymethylglycinate.  İkisi de doğal içerikli ürünlerde parabenin yerine kullanılan koruyucular. Dolayısıyla parabene kıyasla daha güvenli oldukları iddia ediliyor. Kozmetiklerde koruyucular ciddi problem oluyor; çünkü birincisi, ürünlerde bakteri ürememesi için kullanılmaları şart; ikincisi ise, henüz zararsız bir koruyucuya denk gelmedim. O nedenle en az zararlı olanları araştırıp bulmak gerek. Sodium hidroxymethylglycinate’ın doğal bir koruyucu olduğu iddia ediliyor. Ancak aynı zamanda formaldehit salıcı özelliği de var ve doz oranına dikkat edilmezse yüksek oranda tahriş edici ve alerjik sonuçlara neden olabiliyormuş. Ancak, iddialara göre çok küçük oranlarda katılıyormuş kozmetiklere (REN %1’in altında kullandığını yazmış). Hassas cildi olanların, bu maddenin yer aldığı ürünleri kullanmaları pek tavsiye edilmiyor. Yalnız şunu diyebilirim ki, benim cildim de hassas ve iki kutu kullandığım halde bende hiçbir rahatsızlık gelişmedi; bu da REN’in içinde gerçekten çok az miktarda olduğuna inanmama neden oluyor. Bir de, içerikler konusunda bu kadar iddialı bir markanın bu içeriği kullanması sonucunda birçok müşteri şikayetiyle karşılaşmamak için önlemler almış olduğunu düşünüyorum. Ama yine de keşke olmasaydı. Ancak maalesef aynı niteliklerde ama daha güvenli bir başka ürün bulana kadar bunu kullanacağım sanırım. Bu özelliklere sahip bir ürün öneriniz varsa siz de benimle paylaşabilirsiniz.

REN’in bu iki koruyucu hakkındaki açıklaması şöyle:
Ren’in vakumlu ambalajı en önemli koruyucusudur. Bu ambalaj mikropların havadan ve ürünle temas eden ellerimizden ürüne geçmesini tamamiyle engeller.
REN raf ömrünü uzatmak icin en zararsız koruyucu maddeleri %1’den az oranda kullanılır. Organik bir bileşik olan , organik ürünlerin üretilmesinde sentez olarak da kullanılan ve glikol eter olarak cildiye ürünlerinde özellikle deri merhemlerinde sıklıkla kullanılan Fenoksietanol ve doğal amino asitlerden elde edilen sodyum hidroksimetilglicenat REN ürünlerinde kullanılan koruyucu maddeler. Bunlar ürünlerde sadece %1 oranında kullanılıyor. Piyasada kullanılan koruyucu maddelerden daha az zararlı olsalar da yine de sentetik olan bu maddeler için REN daha doğal alternatifleri arıyor.

Kuru bölgeler olan yanaklar için kullandığım ürün ise Fransız La Claree markasının Oliv’ Sensitiv Ultra Smooth adlı yüz kremi. Bu ürün gerçekten başlıkta iddia edildiği gibi pürüzsüz, yumuşacık, kadife gibi bir his yaratıyor. Oldukça yoğun bir kıvamı olduğundan çok az kullanmak yetiyor. %99 doğal içeriğe sahip ve içeriğinin  %25'i organik tarımla elde edilmiş. Cam kavanozda olması da benim için artı puan. 


Tüm La Claree ürünleri Ecocert ve Cosmetique Bio tarafından sertifikalandırılmış. Paraben, silikon, GDO, renklendirici, petrokimyasallar, sentetik kokular, phenoxyethanol (hah!) içermiyor. Hayvanlar üzerinde test edilmiyor ve geri dönüşümlü ambalaj kullanılıyor.  

Bu kremi bikaç hafta tüm yüzümde kullandığımda (REN’i keserek) T bölgesinde yağlanma ve siyah noktaların belirginleştiğini hissettim. O nedenle, bu kremi sadece yanak ve boyunda kullanmaya karar verdim; bu şekilde daha iyi sonuç aldım. 

Ve son olarak, Body Shop'un Hassas Ciltler için aloe veralı nemlendirici gündüz kremi de (gecesi de var) La Claree gibi yoğun ve benzer etkileri olan bir ürün. O nedenle yanaklarda kullanmak için alternatif olabilir.  İkisini de denedim, ben La Claree'nin pürüzsüzleştirici, kadifemsi etkisini daha çok sevdim.
http://www.thebodyshop.com.tr/product_page.asp?ProductGroupID=33&GroupID=5

İçeriği: Aloe barbadensis (Aloe Vera Gel) (Skin Soothing Agent), Isononyl Isononanoate (Emollient/Skin Conditioner), Glycerin (Humectant), Aqua (Water) (Solvent/Diluent), Cyclomethicone (Emollient), Pentylene Glycol (Solvent), Butylene Glycol (Humectant), Cetearyl Glucoside (Surfactant), Myristyl Myristate (Emollient), Sesamum indicum (Sesame Oil) (Emollient), Cetyl Alcohol (Emulsifier), Myristyl Alcohol (Emulsifier/Emollient), Palmitic Acid (Surfactant), Stearic Acid (Emulsifier), Cetearyl Alcohol (Emulsifier), Myristyl Glucoside (Surfactant/Cleansing Agent), Acrylates/C10-30 Alkyl Acrylate Crosspolymer (Stabiliser/Viscosity Modifier), Bisabolol (Skin Soothing Agent), Xanthan Gum (Viscosity Modifier), Avena sativa (Absorbent).

Fiyatlara ve nereden aldığıma gelince, REN çok kısıtlı sayıda eczanede satılıyor. Web sitelerinde REN satan eczanelerin adı var; ben Taksim meydanındaki Itır Eczanesi’nde buldum. Fiyatı 120 TL. La Claree'yi ise Saru Organik'in web sitesinden aldım. Fiyatı 149 TL. Body Shop krem: 35 TL.

Güzel günler dileğiyle…

*Lavandula Angustifolia (Lavender) Flower Water, Cetearyl Ethylhexanoate, Glycerin, Lauryl Laurate, Cetearyl Alcohol, Tapioca Starch, Cetearyl Glucoside, Oryzanol, Salix Nigra (Willow) Bark Extract, Amorphophallus Konjac Root Powder, Crataegus Oxyacantha Stem Extract, Carbomer, Phenoxyethanol, Vaccinium Macrocarpon (Cranberry) Seed Oil, Laminaria Ochroleuca Extract, Cassia Alata Leaf Extract, Pueraria Lobata (Kudzu) Symbiozome Extract, Bisabolol, Sodium Hydroxymethylglycinate, Lavandula Angustifolia (Lavender) Oil, Citrus Aurantium Bergamia (Bergamot) Fruit Oil, Callitris Intratropica Wood Oil, Limonene, Linalool, Glucose, Tocopherol. 

**REN is free from synthetic fragrance, mineral oil, petrolatum, sulfate detergents, synthetic colours, animal ingredients and parabens. In addition, REN products do not contain potential irritants including: glycols and diglycols (such as propylene glycol), PEG's, PPGs, urea, D.E.A, T.E.A, PABA and other synthetic sunscreens, aliphatic alcohols/hydrocarbons, phthalates, fumarates, amines, alkanolamines, synthetic AHAs/BHAs, polyacrylamide, metacrylate, elastomer, poloxamer, styrene, vinyl, polyquaternium, synthetic chelating agents, nylon, nitriles, nitrates, nitrosamine releasers, bromates, fluor, aluminum and alumina et al.